2030’da Dünyanın Nasıl Olacağı: Teknolojik Gelişmeler ve Toplumsal Etkiler

2030'da Dünyanın Nasıl Olacağı: Teknolojik Gelişmeler ve Toplumsal Etkiler

Teknoloji, insanlığı ileriye taşıyan araçların tümünü kapsayan bir kavramdır. Mekanik aletlerden bilgisayarlara, biyolojiden tıbba kadar insanlığa fayda sağlayan her alan teknolojinin içindedir. Teknolojik gelişim, bu araçlarla yapılan iyileştirmeler ve verimlilik artışları olarak tanımlanabilir. Geliştirilen her teknoloji, bir sonraki teknolojinin gelişimini daha da hızlandırarak teknolojik gelişimin hızını artırır. Bu da yakın gelecekteki gelişmeleri tahmin etmeyi güçleştirir ve uzun vadede nereye varacağını öngörmeyi zorlaştırır.

Bu yazıda, önümüzdeki 10 yıl içinde gerçekleşebilecek teknolojik gelişmelerle 2030’lara girerken olası bir dünyayı ele almak istiyorum.

Bu yazıda en çok sözü geçen teknoloji yapay zeka olacaktır. Çünkü yapay zeka, birçok alanda gelişimi hızlandırarak birçok alanda büyük iyileştirmeler sağlamaktadır. Bu durumu 1900’lerin başındaki elektrikle kıyaslayabiliriz. Elektrikli aletlerin hayatımıza girmesiyle birlikte işlerimizi daha verimli ve hızlı yapabildik. Bugün ise yapay zeka, mevcut ürün ve hizmetlere entegre edildiğinde birçok alanda önemli değişikliklere yol açmaktadır.

Eğitimdeki Değişim:

Eğitim alanında, geleneksel okulların yerini daha verimli sistemlerin alması beklenmektedir. Öğrencilerin çoğunun aynı eğitimi alıp farklı öğretmenlerden öğrendiği ve evde aynı konuları çalıştığı mevcut sistem, verimsiz olarak değerlendirilmektedir. Bunun yerine, öğrencilerin evde en iyi öğretmenlerin veya “influencer”ların videolarını izleyip, okulda ise yapay zeka destekli olarak konuları çalıştığı bir sistem olan tersine sınıf uygulamaları daha yaygın hale gelebilir. Yapay zeka, öğrencilerin takıldığı konuları belirleyerek onlara özel sorular sorabilir ve öğretmenlere hangi öğrencinin hangi konuyu daha iyi anlamadığını bildirebilir. Bu sistem, öğrencilerin bireysel ihtiyaçlarına daha iyi cevap verebilir ve öğrenmeyi daha etkili hale getirebilir.

Dijital Asistanların Gelişimi:

Cep telefonları ve dijital asistanlar gibi teknolojilerin de büyük bir değişime uğrayacağı öngörülmektedir. Dijital asistanlar, kullanıcıların yaşamlarını sürekli olarak izleyip dijital veri noktaları olarak hizmet ederek kişiselleştirilmiş bilgiler sunacak ve kullanıcıların yerine kararlar alacak, alışveriş yapacak, toplantıları organize edecek ve hatta iş hayatlarında koçluk yapacak. Beyin-bilgisayar arayüzleri gibi teknolojilerin gelişimiyle, insanların düşüncelerini doğrudan ifade etmeleri bile mümkün olabilir.

Yapay Zeka ve Otomasyon:

Yapay zeka, otomasyonu hızlandırarak birçok işi insanlar yerine yapabilir hale getirebilir. Bu durum, bazı işlerin kaybolmasına ve yeni iş kollarının ortaya çıkmasına neden olabilir. Yapay zeka ve otomasyon, çalışma hayatını değiştirerek uzaktan çalışmanın daha yaygın hale gelmesine katkıda bulunabilir.

Sağlık Alanındaki Gelişmeler:

Sağlık alanındaki teknolojik gelişmeler, hastalıkların tedavisinde ve önlenmesinde önemli iyileştirmeler sağlayabilir. CRISPR gibi teknolojiler, genetik hastalıkların tedavisinde devrim yaratabilir. Yapay zeka destekli ilaç geliştirme yöntemleri, daha etkili ilaçların daha hızlı bir şekilde piyasaya sürülmesini sağlayabilir. Akıllı tuvaletler gibi teknolojiler, kullanıcıların sağlık durumlarını izleyerek erken teşhis ve koruyucu tıbbi müdahalelerin önemini vurgulayabilir.

Ölümsüzlük Mümkün mü?

Teknolojik gelişmelerin bir sonucu olarak insan ömrünün uzaması, emeklilik ve sosyal güvence sistemlerinde ciddi zorluklara neden olabilir. Devletler ve sigorta şirketleri, sağlık maliyetlerini düşürmenin yollarını arayacak ve yeni teknolojilere yatırım yapacaklar. Ancak, bu teknolojilerin kullanılabilirliği ve maliyeti, gelecekteki sağlık sisteminin temelini oluşturacaktır.

Sonuç olarak, teknolojik gelişmelerin insan yaşamı üzerinde derin etkileri olacak ve toplumların bu değişimlere uyum sağlaması gerekecek. Bu değişimlerin nasıl yönetileceği ve hangi yönde ilerleyeceği, teknolojinin nasıl kullanıldığına bağlı olacaktır.

Karbondaki ayak izimizi kontrol altına almalıyız…

İnsan sağlığı iyileşiyor olsa da geçtiğimiz yüzyıl içerisinde dünyamızın sağlığını kötüleşirdik ve bugün doğaya yaydığımız devasa karbon salınımı sebebiyle dünyanın ısınmasına sebep olurken büyük çaplı felaketlere davetiye çıkartıyoruz. Eğer karbon salınımımızı ciddi bir şekilde düşüremezsek dünyayı bu jenerasyon olarak geri dönülemez biçimde yok oluşa sürüklememiz olası.

Burada kritik bir sayı var 1,5 C. Bu sayı dünyanın ortalama sıcaklığını endüstri öncesi döneme göre ne kadar artırabileceğimizi anlatıyor. Bu sayı da uzmanların geri dönülemez dedikleri nokta. Şu anda 1 C seviyesindeyiz ve şu anki artan emisyon seviyelerimizle önümüzdeki 20 yıl içinde geri dönülemez noktaya gelmemiz oldukça muhtemel. Ancak problem şu; bugünkü 1 C seviyesinde bile dünyadaki gelmiş geçmiş en büyük doğal felaketleri yaşıyoruz. Avustralya’da bir aydan uzun süren yangınlar, sel felaketleri, sayısı gün geçtikçe artan kasırgalar ve kuraklık bunun en kritik örnekleri. Bırakın 1,5 C seviyesine çıkmayı, bu seviyede kalsak bile başa çıkmamız gerekecek doğal afetler bile göz korkutucu. İşte bu yüzden hükümetler karbon salınımını kısıtlamada rol oynayacak. Tam da bu sebepten gelecek jenerasyonlar Trump ve Çin lideri Xi Jinping’i dünyayı öldürmekle suçlayabilir.

Devletler Paris Anlaşması ve Birleşmiş Milletler 2030 hedefleri gibi programlarla insanların daha sürdürülebilir kaynaklara geçişi için teşvikler yaratacak. Bu teşvikler de sürdürülebilir teknolojilerin yaygınlaşmasına öncülük edecek. Muhtemelen 10 yıl içinde de bu gelişmeler teşvikler olmadan da finansal olarak en uygun çözüm haline gelecek.

Laboratuarda üretilmiş bifteğiniz nasıl pişsin? Az/orta/iyi? 🙂

Et endüstrisi için hayvanlara uygulanan zulmü bir kenara bıraktığımızda dahi, bu endüstrinin çevreye etkisi çok büyük. Dünyadaki karbon salınımının %13’ü bu hayvanlardan kaynaklanıyor. İşte bu sebeple et endüstrisi üzerine yıkıcı teknolojiler geliştiriliyor. Bunların ilki etsiz et. Yani sadece bitki bazlı proteinler kullanılarak yapılan ama et dokusunda ve tadında olan yiyecekler. Amerika’da Beyond Meat ve Impossible Burger bunların en popüler temsilcileri. Deneyenler bu hamburgerleri gerçek hamburgerden ayıramıyor. Bu tip ürünler McDonald’s ve Burger King gibi zincirlerde denenmeye başladı bile. Önümüzdeki 3 yılda Türkiye’de fast food tüketen nüfusun yarısından fazlasının bu tip ürünleri deneyeceğini düşünüyorum. Bunu laboratuvarda yetiştirilen et takip ediyor. Et için hayvan yetiştirmektense laboratuvar ortamında hayvan kas hücresini çoğaltarak biftek üretmekten bahsediyorum. Bunun denemeleri de çoktan başladı ve önümüzdeki 10 yıl içinde yaygınlaşması kaçınılmaz duruyor. Müslüman dünyanın Kurban Bayramı sebebiyle hayvan bazlı eti bırakması pek mümkün gözükmese de dünyanın geri kalanı için 2030’da hayvan bazlı et tüketmek havyar gibi bir lüks haline gelebilir.

Topraksız Tarım

Ve tarım. Tarımda teknoloji kullanımı ve verimlilik artışı bugünün bile konusu ancak bu hız bile artan dünya nüfusunu beslemek için yeterli değil. Verimliliğin ciddi ölçüde artması gerekecek bu da dikey tarımla yani topraksız tarımla olacak gibi duruyor. Topraksız tarımda bitkiler direkt olarak toprağa değil, kendileri için gerekli vitamin ve gübrelerle bezenmiş plastik poşet içindeki toprağa konuluyor. Akıllı seralarda anlık takibi yapılan sensörlerle dolu bir alanda yetiştiriliyor. Yapay zeka bu sensörlerden gelen verilere göre hangi mahsulün hangi gün toplanacağına karar veriyor. Bunun bugünkü en iyi örneği Hollanda. Konya’dan daha küçük bir alana sahip Hollanda, Türkiye’nin 5 katı kadar tarım ihracatı yapıyor ve Amerika’dan sonra dünyanın ikinci büyük tarım ihracatçısı. Yani bizim önümüzde de devasa bir potansiyel var.

Bu teknolojinin daha yaygın şekilde uygulanmasıyla hem Afrika gibi tarım kıt bölgelerde hızlı bir gelişmeye, açlığın ve çocuk ölümlerinin azalmasına olanak sağlayacaktır. Bu teknoloji aynı zamanda şehre göçün azalmasına da öncülük edebilir. Alın size girişimcilerin çalışabileceği bir alan daha.

Elveda benzin, merhaba elektrik!

Doğa ve emisyonlarda bir sonraki konu da elektrik çünkü karbon emisyonunun ana kalemlerinden birisi bu. Bu alandaki ana teknolojik gelişim güneş ve rüzgar enerjisi teknolojilerindeki verimlilik artışı. Önümüzdeki birkaç yılda bu teknolojilerin hiçbir devlet desteğine gerek duymaksızın kârlı olacağı öngörülüyor. Bu da orta vadede kömür gibi katı yakıtlı santrallerin azalması demek. Bir de henüz rüştünü ispatlayamamış ancak önümüzdeki yıllarda adını sıkça duymaya başlayacağımız nükleer teknolojiler var. Nükleer santrallerin karbon emisyonu sıfır ancak radyoaktif atık ve geçmiş facialar bu santrallerin önündeki en büyük bariyer. Bu teknolojilerden ilki molten tuzu santralleri. Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in de desteklediği bu teknoloji mevcut nükleer fisyon teknolojisini çok daha güvenli bir santral tasarımı ile güncelleyip riskleri minimize edilmiş bir nükleer santral yapmayı hedefliyor. Bu santral teknolojisinin geliştirilmesi neredeyse tamamlandı. İlk denemesinin Çin’de bu yıl inşasına başlanması planlanıyordu ancak Amerika-Çin ticaret savaşı dolayısıyla şimdilik askıya alınmış durumda. 2030’da muhtemelen elektrik üretmeye başlamış olur.

Esas teknolojik yenilik ise Nükleer füzyon yani atomu parçalamak yerine atomları birleştirme işi. Güneşteki nükleer reaksiyonun bir benzeri. Bu teknoloji radyoaktif olmayan atomlar içerdiği için kaynak ve atık konusunda füzyon teknolojisine göre çok daha güvenli. Ancak iki atomu bir araya getirecek güç yoğunluğunu elde etmek çok zor. Şu anda Amerikan, İngiliz ve Çin hükümetleri ile Avrupa Birliği’nin ayrı ayrı desteklediği birkaç girişim bu problemi çözmeye çalışıyor. Hepsi öngördükleri konseptin çalışabilirliğini test etmek için mikro santraller üretmeye çalışıyor ve kendi öngörüleri 2030’lara kadar konsepti teyit edip 2040’larda bu teknikle elektrik üretmek. Bu konu çözümlenebilirse dünyanın ihtiyacı olan tüm elektriği şimdikinden çok daha düşük maliyetle ve sıfır emisyonla üretmesi mümkün olabilir.

Elektrik üretiminin yanında depolama teknolojisi de her yıl gelişmeye devam ediyor. Bu sayede pil maliyetleri her yıl daha da aşağıya düşüyor. Bu da yenilenebilir enerjinin adaptasyonunu artırıyor ve özellikle ilerleyen yıllarda kırsal yapıya sahip ülkelerde sanayi üretiminin artmasını tetikleyecek. Bu yüzden off-grid teknolojiler üzerine çalışacak girişimlerin de önü açık.

Elektrik fiyatlarının ve batarya maliyetlerinin düşmesi en çok da araba endüstrisini etkiliyor.

Elektrikli araba adaptasyonu dünyada %0,5’in altında. Yani önümüzdeki on yılda gideceği çok yol var ve bu 10 yılda pazar payını ciddi oranda yükseltmesi hatta %50’nin üzerine çıkması da muhtemel. Biraz önce bahsettiğim maliyet düşüşleri elektrikli arabaların fiyatını daha da aşağı çekecek ve insanlar tamamen finansal sebeplerle elektrikli arabaya geçiş yapacak. Çünkü elektrikli arabaların kilometre başı maliyeti benzinli arabaların dörtte biri seviyesinde ve ilk alım maliyeti de düştüğünde pazarın büyük çoğunluğunun elektrikliye geçmesi finansal olarak en mantıklı seçenek olacak.

Ancak arabalardaki esas dönüşüm içten yanmalı-elektrikli ekseninden ziyade sürücülü-otonom ekseninde olacak. Otonom araç teknolojisi de yapay zekanın ve sensörlerin desteğiyle hızlı bir gelişme içerisinde. Burada da piyasadaki en ileri çözüm Tesla’nın Autopilot özelliği ve Elon Musk 2021’de Tesla araçlara tam otonom sürüşün geleceğini açıkladı. 2030’da sürücülü arabalar halen kullanılacak olsa da özel şeritlerde giden şoförsüz taksi, tır ve otobüsler neredeyse kaçınılmaz. Otonom sürüş teknolojisi önümüzdeki 5 yıl içerisinde tam otonom yeterliliğe gelecek olsa da devletlerin sorumluluk ve sigorta gibi regülasyonları oturtmasının daha uzun süreceğini düşündüğüm için 2030’da hala sürücülü arabalar kalacağını düşünüyorum. McKinsey’in tahminlerine göre bu oran kırsal alanlarda daha fazla olurken şehir merkezlerinde daha düşük olacak. Şehirde kullanılan bir arabanın zamanın %95’inde park halinde olduğu ve park yerlerinin şehrin neredeyse %20-30’luk bir alanını işgal ettiği düşünülürse özellikle büyük şehirlerde araba almaktansa telefondan anında çağırabileceğiniz ucuz robotaksileri kullanmak daha mantıklı hale gelecek.

Peki uçan arabalar? Jetgillerdeki gibi herkesin uçan arabaya bindiği ve balkonuna park ettiği bir gelecek henüz yakın değil. Ancak uçan araba konusunda da gelişmeler var. Öncelikle uçan arabayı daha küçük ve pilotsuz bir helikopter olarak hayal eder ve bunların aynı minibüs durakları gibi iki durak arası seyahat edeceğini düşünürsek uçan araba devriminin yaklaştığını söyleyebiliriz. Dubai bu konsepti 2021’de hayata geçirmeyi planlıyor. 2030’a kadar Türkiye’de de faaliyete geçmesi oldukça muhtemel. Buradaki yeni helikopter teknolojisinin adına VTOL yani vertical take off and landing deniyor ve bu teknolojiyi geliştiren Amerikalı, Alman ve İsrailli şirketler çoktan milyarlarca dolar yatırım aldı. Uber ise helikopterler için minibüs durağı olarak bahsettğim Skyport’ları tasarlamaya başladı bile. İstikbal gerçekten de göklerde.

Toplanın Mars’a Gidiyoruz

Gökler demişken fezayı da unutmayalım. 1960’larda başlayan uzay macerasının önümüzdeki 10 yılda altın dönemini yaşayacak ve bundan birkaç yüzyıl sonra 1960ları mı yoksa 2020leri mi uzay çağının başlangıcı olarak değerlendirileceğini tartışan tarihçiler olabilir. Öyle ki yine Elon Musk’un öncülük ettiği özel uzay şirketleri dünya dışı insan varlığını artırmak için kolları sıvadı ve daha önce hiç yapılmamış işlere girişti. Elon Musk’un şirketi Space X Mars’a kargo götürecek ilk roketini 2022’de fırlatmayı planlıyor. Amazon’un CEO’su Jeff Bezos’un şirketi Blue Origin ise ayın çevresinde bir uzay ülkesi kurmanın planlarını yapıyor. SpaceX geçtiğimiz yıl uzaya 13 sefer yaptı ve bunların ikisini Falcon Heavy adında dünyanın şimdiye kadarki en büyük roketi ile yaptı. NASA ayın çevresine bir uydu gönderip aya ve Mars’a yapacağı seferleri buradan desteklemeyi ve bu uydunun inşaatına da 2021’de başlamayı planlıyor. Aynı yıl ayın çevresinde insan dolaştırıp, aya indikten sonra da ilerleyen yıllarda gelişecek teknolojiyle Mars’a gitmeyi planlıyor. Hindistan ise geçtiğimiz yıl aya roket gönderdi ancak ay yüzeyine inişte başarısız oldu ve bu misyonu 2020’de tekrar deneyecekler. Esas önemli nokta ise başarısız olan misyonun sadece 141 milyon dolar tutmuş olması.

Buna ek olarak uydu boyutları ve maliyetleri de son yıllarda oldukça düştü. Bugün kabaca 100.000 dolara uzaya kendi küçük uydunuzu gönderebiliyorsunuz. Bu teknolojik gelişmeyi kullanan SpaceX ve birkaç şirket dünyanın çevresine uydulardan bir ağ kurup tüm dünyaya kablosuz internet vermeyi planlıyor. SpaceX bu kapsamda 300 uyduyu uzaya yerleştirdi bile. 2030’da sahra çölünü ortasından internete bağlanabilme ihtimali çok iyi değil mi? İşte bu sebeple 2020’ler uzay anlamında çok ilgi çekici geçecek.

Evladım bak bir zamanlar bu kağıttan paraları kullanırdık… Son olarak paraya gelelim, bitcoin gibi blokzinciri tabanlı paralar bankaları aradan çıkartıp gizli işlemlere izin verdiği için yeni bir bankacılık düzenini gündeme getirdi. Blokzinciri yüzünden paranın takip edilebilirliğini kaybetmek istemeyen ve yeni teknolojinin diğer avantajlarından faydalanmak isteyen ülkeler kendi dijital para birimlerini geliştirmeye koyuldu. Çin bunların başında geliyor ve Türkiye’de bu konuda araştırmalara başladı. Bu trend, ticaretin dijitale kayması ve kredi kartlarınının artmasıyla birleşince 2030’da fiziksel paralar ortadan kalkması olası ve bu dönüşüm çoktan başladı. Bu aydan itibaren New York şehrinde 25 doların üzerindeki tüm işlemlerin nakit kullanılmadan yapılması zorunlu hale geldi. Danimarka’da dijital ödeme oranı %80’e ulaştı ve Hindistan bir gecede kağıt paraların büyük bir kısmını tedavülden kaldırdı.

Bahsettiğim tüm bu gelişmeler toplumları makro düzeyde nasıl etkileyeceğinden bahsedecek olursak:

Açlık sınırının altındaki kişi sayısı azalacak ancak artan nüfusun etkisiyle bitmeyecek Özellikle Afrika’da, Çin ve Hindistan’da alt sınıflar zenginleşecek ve dünya genelinde orta sınıfta büyüme gerçekleşecek Çinin tüm bu teknolojileri çok hızlı entegre edebilmesi dolayısıyla 2030’da Amerikadan daha güçlü konuma gelmesi muhtemel

2030’da Çin’in dünyanın lideri olarak görülmesi kaçınılmaz Eğer tüm bu olumlu etkiler karbon salınımını ciddi biçimde azaltmazsa iklim değişikliği insanlığın en büyük sorunu olmaya devam edecek. Bu da dünyanın çeşitli bölgelerinde afetlerin ve doğal felaketlerin artmasına neden olacak ve mülteci krizlerini daha da derinleştirecek Gördüğünüz gibi önümüzdeki 10 yıl oldukça heyecan verici ve beraberinde birçok zorluğu da getiriyor. Peki bu döneme nasıl hazırlanmalıyız?

İhtiyacınız olan tek şey açık fikirli olmak ve yeni teknolojilere adapte olma isteği. Hayatımızdaki en büyük değişim 10 yıl içinde değil, şu anda yaşanıyor.

Bir Cevap Yazın

siegram sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et