Bugüne kadar tanık olunmadı, Cumhurbaşkanına hakaret suçu soruşturma ve davalarının bu kadar çoğalarak adeta patladığına.
Bunun üç asli sebebi vardır.
İlki; Türk Ceza Kanununun Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen 299. maddesinin; tek adama dayalı, partili, taraflı ve siyasi bir Cumhurbaşkanı modelinin henüz olmadığı bir devirde düzenlenmiş bir madde olmasıdır.
İkinci neden ise; mevcut partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN‘ın; kendisine AKP Genel Başkanı sıfatıyla söylenen sözleri de, Cumhurbaşkanına söylenmiş sözler olarak kabul edip, Cumhurbaşkanlığı şemsiyesinin altına girerek ve Cumhurbaşkanına hakaret suçunun korumasının arkasına sığınarak, nasıl olsa benden kimse hesap soramaz mantığıyla, hakaret teşkil eden sözleri, kolaylıkla siyasi rakiplerine ve kendisine muhalif olan kesimlere söyleyebilmesi, bunu alışkanlık haline getirmesi ve hakaret etmeyi sadece kendisine bir hak olarak kabul etmesidir.
Üçüncü nedene gelince; o da, ülkemizde yargının bağımlı ve taraflı olması, kayıtsız ve şartsız sarayın talimatına göre hareket etmesidir.
Aslında en önemli neden, bu üçüncüsü, yani ülkemizde bağımsız ve tarafsız bir yargının olmamasıdır.
Tarafsız ve bağımsız bir yargı olsa; partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN‘ın; siyasi rakiplerine ve muhaliflerine yönelik olarak söylediği, suç teşkil eden, hakaret içeren sözlerine ve haksız eleştirilerine cevap olarak, siyasi rakipleri ve muhalifleri tarafından dile getirilen, ERDOĞAN‘ın politik kişiliğine yönelik sözlerinde, eleştiri sınırları aşılarak hakaret teşkil eden sözler olsa dahi, savcılar bir ayrıma giderek, ERDOĞAN‘a yönelik her sözü Cumhurbaşkanlığı makamına, Cumhurbaşkanının kişiliğine yönelik olarak söylenmiş sözler olarak kabul edilmeyecek ve Cumhurbaşkanına hakaret suçunun kapsamı genişletilmeyecek ve cumhurbaşkanına hakaret suçu soruşturma ve kovuşturmalarında bu patlama yaşanmayacaktı.
Bu ayırım yargı tarafından korkusuzca ve tarafsız olarak yapılabilseydi, partili ve taraflı Cumhurbaşkanı ERDOĞAN da, sözlerinde daha dikkatli olur ve siyasi rakiplerine ve muhalif kesime, Cumhurbaşkanına yakışmayan kötü sözleri söylemezdi ve bu nedenle, kendisi de muhaliflerinin kötü sözlerine muhatap olmazdı, bu şekilde Cumhurbaşkanına hakaret suçlarında büyük bir patlama yaşamazdık.
Gelelim Gazeteci Sedaf KABAŞ‘ın tutuklanması olayına.
Dün kısa olarak yazdık.
Evet düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü gazeteci olsun veya olmasın herkesin anayasal hakkıdır. Düşünceyi açıklama özgürlüğünün de bir sınırı vardır tabi
Yanlış anlamalara neden olmaması için, Sedef KABAŞ‘ın; bir maksadı ifade etme ve benzetme için kullandığı atasözüne burada yer vermeyeceğiz.
Şu da bir gerçektir ki; sarf edilen sözün atasözü olması ve açıkça bir kişi ismi belirtilmemesi, o sözün içeriğinde bir hakaret varsa, o hakareti ortadan kaldıramaz. Sözün söylenme amacı, sözün söylendiği zaman ve mekan, kime yönelik olduğu hakkında bir fikir verebilir.
Atasözlerini, yeri geldiğinde bir amaca ulaşmak ve bir mesaj vermek için kullanırız.
Bizim hukukçu kimliğimiz, özgürlükçü yanımız, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğüne verdiğimiz değer, herkes tarafından bilinmektedir.
ERDOĞAN muhalifi olduğum, bugüne kadar yazdığım yaklaşık üç bin makalemin çoğunluğunun, ERDOĞAN’ı ağır eleştiri niteliğinde olduğu, siz okurlar tarafından çok iyi bilinir.
Ancak, tarafsız bir hukukçu kimliğimle diyorum ki; nihai olarak yorumlamak, suç var mı yok mu belirlemek, yüce yargının yetkisinde olmakla birlikte, atasözü içinde kullanılan laflar, hak etmiş veya hak etmemiş olsun, öyle çok kolay bir şekilde salt düşünceyi açıklama özgürlüğü içinde değerlendirilemez.
Usul hukuku açısından değerlendirdiğimizde, yapılan işlemler baştan aşağıya hukuka ve yasalara aykırıdır.
Herne kadar Adalet Bakanı Sedef KABAŞ‘ı suçlayan, peşinen mahkum eden bir mesaj atarak görüşünü belli etmişse de; Cumhurbaşkanına Hakaret suçunun kovuşturulması, Adalet Bakanının iznine tabidir.
Bu suç katalog suçlardan değildir.
Sözlerde hakaret olduğu kabul edilse dahi, bu tutuklamanın ön koşulu olup, tutuklamanın asıl ve ek koşulları olan delillerin karartılması ve kaçma şüphesi ve ihtimali yoktur. Tek delil, sarf edilen sözler olup, onlar da kayıt altındadır, toplanacak ve karartılacak başka delil de yoktur. Kaçma şüphesinin varlığını ortaya koyacak hiçbir somut olgu da yoktur. Hukukumuzda mecburi tutuklama da yoktur. Yani, tutuklamanın yasal koşulları olsa dahi, hakim tutuklama kararı vermek mecburiyetinde değildir.
Sonuç olarak; Sedef KABAŞ‘ın tutuklaması için, yasal ve hukuki hiçbir neden yoktur. Emir büyük yerden geldiği için, bağımlı yargı tutuklama kararı vermek zorunda kalmıştır.
Bu itibarla, Sedaf KABAŞ‘ın tutuklanması gerçekten hukuk dışıdır ve bir hukuk ayıbıdır. Düşünceyi açıklama özgürlüğü öne çıkarılmadan, bu tartışılmalıdır.
Düşünceyi açıklama özgürlüğünün de bir sınırı, usulü ve adabı vardır. Buna herkes, özellikle düşünceyi açıklama özgürlüğünü gerçekten savunan ve isteyenler uymak zorundadır, aksi halde bu özgürlüğe düşman olanlara, iş başındaki siyasi iktidara, düşünceyi açıklama özgürlüğünü daha da kısmak ve yok etmek için imkan ve zemin hazırlamış oluruz.
Güner Yiğitbaşı
23/01/2022
Hukukçu