Sosyal Demokrat Avukatlar Derneğince, Ankara Barosu Eğitim Merkezinde 6 Nisan 2022 günü Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi konulu tanıtıcı panel düzenlendi.
Daha önce beş parti temsilcilerinin konuşmacı olarak katılacağı bildirilen tanıtım paneline konuşmacı olarak CHP Genel Başkan Yardımcısı Av. Muharrem Erkek, Deva Partisi Genel Başkan Yardımcısı Av. Mustafa Yeneroğlu, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Av. Ayhan Sefer Üstün, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Av. Bülent Kaya katıldılar. Daha önceki çağrıda İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Bahadır Erdem de katılacağı bildirilmişse de mazereti nedeniyle katılamayacağını moderatör (kolaylaştırıcı) Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği Başkan Yardımcısı Kemal Akkurt tarafından bildirildi.
İzleyici olarak eski bakan ve milletvekilleri ile Baro başkanı, dernek üyesi avukatlar ile vatandaşların davetlilerin bulunduğu salondaki panel konuşmasının dördüncü konuşmasını Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Av. Bülent Kaya yaparak, konuşmasında şu konu başlıklarına değindi:
Kamu hukuku, paralel bütün kurum ve kurumların faaliyetleri, toplumun kanayan yaralarından mülakat sistemini, işe alımlarında öngörülen objektif kıstaslar, kamu ihalelerinde yolsuzluğun önlenmesi için neler yapılacağı, seçme ve seçilme hakkında toplumu ayrıştıran ve ötekileştiren kayyum uygulamaları, YÖK, RTÜK gibi özgürlükleri tanımlayan kurumların durumu ve siyasi etik kanununda düzenlemeleri içeriyor, bu düzenlemeler nasıl hayata geçiriliyor. Bülent Kaya konuşmasında şunları söyledi:
“Nasıl geldik buraya? Buraya hukuka uymayan bir cumhurbaşkanına hukuk uydurmak için bir çalışmanın sonucu olarak geldik. Dolayısıyla buradan çıkmak için de kişilere göre hukukun uydurulduğu veya uygulandığı değil, herklesin bir sistem içerisinde uymak durumunda olduğu bir sistem inşa etmek üzere bir çalışmaya başladık.
Elbette bizim demokrasi kültürümüzde nasıl çatışılacağını nasıl kutuplaşacağını, nasıl kutuplaşacağına dair çok engin tecrübeler var ama maalesef nasıl uzlaşılacağına dair çok fazla tecrübelerimiz yok. Biz en azından biz altı siyasi parti olarak nasıl uzlaşıla bileneceğine dair demokrasi tecrübemize bir tecrübe daha eklemek için yola çıktık. Ve gerçekten günü sonunda en azından bütün kamuoyunun da takdir ettiği bir uzlaşı metnini ortaya çıkarılabileceğine dair bu imkana sahip olduk.
Yönetim sistemleri de tıpkı bina ve inşat sistemleri gibi değerlendiriyorum ben. Nasıl inşa edilecek binalarda mecburi ve ihtiyari unsurlar varsa yönetim sistemlerinde de mecburi ve ihtiyari unsurlar var. Bir binayı inşa ettiğiniz zaman o binadaki kolonlar, taşıyıcı kirişler arasındaki mesafe, betonun demirin kalınlığı nasıl bir matematikse tek kişiler burada hareket edemiyor da bir mali projesi ise her kişinin kendi dünya bakışına zevkine göre bir yarış söz konusu ise, yönetim sistemlerinde de taşıyıcı kolonlar dediğimiz yasama, yürütme, yargı, temel hak ve hürriyetler gibi taşıyıcı kolonlar da hiçbir grup veya bir yapının inisiyatifine bırakmadan herkesin matematiğin emrettiği gibi, o binanın çökmemesi için taşıyıcı vazife göreceği unsurları ana unsurlar olarak kabul edip detaylardaki mimari projeleri de siyasi partilerin yarıştığı bir sistemi inşa etmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.
Ben de kamu yönetimi ile ilgili kısma birkaç paragrafla değinmek istiyorum. Kamu yönetiminde özellikle kamu yönetimi başlığı altında bir tarafsız kamu yönetimi nasıl oluşturabiliriz? Şeffaf ve hesap verebilir bir kamu yönetimini nasıl oluşturabiliriz. Yerel yönetimlerin yetkilerini nasıl düzenleyebiliriz gibi konula üzerinde durduk. Kamu yönetimine hâkim olan ilkeler, bu kamu yönetiminin ilk başlığı idi. Burada ben özellikle kamunun maalesef dönem dönem siyasi iktidarda bulunan kişilere veya müesses nizama göre şekillendiği kendisi dışındaki kişilerin kamu kaynaklarına istifade etmede veya kamuya alımında öteki görüldüğü bir ülke yerine kamu yönetiminde herkesin eşit olduğu, devletin bunlara tarafsız davrandığı, kamuya alımlarda liyakatin hukuka uygunluğun ve şeffaflığın hakim olduğu bir sistemi inşa edersek ancak ikinci yüzyılda, Cumhuriyetimizin ikinci yüz yılında çok daha ileri medeniyetler seviyesine ulaşabiliriz diye düşünüyorum. Dolayısıyla bunu yaparken de tüm kamu kuruluşlarının bu gözle bu perspektifle ele alınması lazım.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Siteminde demokrasi biz kurallar ve kurumlar rejimi diyoruz ama maalesef kuralların askıya alındığı dönemi yaşıyoruz. Cumhurbaşkanlığının bir kabinesi var, her ne kadar resmi olarak kabine olmasa da gayri resmi kabine diye geçen bir kabinesi var ama ayını zamanda bilim teknoloji ve yenilik politikaları, güvenlik politikaları, hukuk politikaları, sağlık ve gıda politikaları yerel yönetimler gibi birçok paralel yapıya cumhurbaşkanlığı külliyesinde yer verildiğini görüyoruz. En son bu ekonomik krizden sonra fiyat istikrarı komitesi ve ekonomi koordinasyon kurulu diye iki kurul paralel yapı da orada inşa edildi. Dolayısıyla yasama görmüyor, sarayda yasama faaliyetleri hazırlanıyor, sadece iktidar partisinin ya da Cumhur ittifakının başkan vekilleri eliyle Meclise getirilip onların milletvekili elleriyle de bunlar yasalaştırılıyor. Dolayısıyla yasama faaliyetinin de artık Sarayda yürütüldüğü bir sistemle karşı karşıyayız. Dolayısıyla herkesin kendi işini yaptığı Merkez Bankasının Bankacılık Denetleme Kurulunun, Anayasa Mahkemesinin, bakanlıkların ve diğer kuruluşların kendi işlerini yaptığı bu manadaki Cumhurbaşkanlığı nezdinde oluşturulmuş bir tüm paralel yapıların ortadan kaldırıldığı bir sistemi inşa etmeyi murat ediyoruz.
Bir diğer konu da kamuya alımda hiyerarşi kat ve liyakat ifade ettiğim gibi gerçekten zaman zaman bu müesses zan insanlar tarafından öteki olarak görülmüş, zaman zaman da siyasi iktidarı ele geçirirken siyasi düşünce sahipleri kendi partilerine veya siyasi düşüncelerine mensup olmayan kişileri ötekileştirip onların adeta kamu imkânlarından bir damla su içmemesi için her türlü fiili durumu oluşturmaya gayret etmişler. Dolayısıyla biz kamunun bir partinin ya da bir siyasilerin ya da bir ideolojinin elinde değil, bütün vatandaşların elinde olduğu ve kamunun bütün vatandaşlarına hangi etnik kökene mensup olursa olsun, hangi dini inanışa mensup olursa olsun, hangi mezhebe sahip olursa olsun kamunun bunları görmediği bunlarla ilgilenmediği bir tarafsız ve eşit bir kapsamı oluşturmak gibi bir mecburiyetimiz var.
Elbette burada en önemli husus kamu hizmetlerinden istifade olduğu gibi kamuya alımlarda da bu yönüne dikkat etmek gerekiyor. Bu manada herkesin eşit bir şekilde yarıştığı, yazılı sınavın esas olduğu eğer şayet bir mülakat mesleğin niteliğine göre şart gerekli ise istisnai durumlarda, bu istisnanın da mutlaka kanunla tanımlandığı ama bu mülakatların dahi bir kayda alınarak kişinin kendisine karşı kendisine kaşı bir haksızlık yapıldığı iddiasıyla bir idare mahkemesine başvurması halinde bu kayıtların celp edilerek keyfi olarak değil de gerçekten objektif bir kişilerce bu mülakatta verilen puanların doğru olup olmadığının denetlenebildiği bir sistemi inşa etmek zorundayız. Aksi takdirde özellikle genç insanlarımız bir defa kamuda görev yapan insanlar işe alımlarda kamuya alımlarda veya kamuda yükselmede bu ülkeye bu topraklara olan inançlarını yitirmek gibi bir durumla karşı karşıya kalıyorlar ki bu durum da bir ülkenin mahvolması için yeter de artar, biz sebep olarak görüyoruz.
Kamu yönetimi başlığı altında ele aldığımız diğer madde de yolsuzlukla mücadele. Elbette yolsuzlukla mücadelenin birkaç alanı var, bir tanesi mutlaka ve mutlaka toplumsal bir duyarlılık ve farkındalık oluşturamazsak biz hangi mevzuatı hangi düzenlemeyi getirirsek getirelim yolsuzlukla etkin bir şekilde mücadele etme imkânımız olmaz. Onun için burada mutlaka ve mutlaka bir toplumsal farkındalık ve duyarlılık geliştirmek zorundayız. Zaman zaman birbirimizle olan sohbetlerde “işte Avrupa ülkesinde şöyle basit bir olayı meydana geldi bakan istifa etmek zorunda kaldı, vali istifa etmek zorunda kaldı, milletvekili istifa etmek zorunda kaldı, bizde ise milyarlarca liralık yolsuzluklar olmasına rağmen herhangi bir istifa veya sorumluluk almama gibi durumlarla karşı karşıya kalındığını görüyoruz. Elbette bunun mevzuatla ilgili eksiklikleri olduğu kadar toplumsal duyarlılık ve farkındalığın eksik olmasının da etkisi vardır, diye düşünüyoruz. Bu toplumsal duyarlılık ve mevzuatı ayarladıktan sonra yolsuzlukla mücadeleyi üç ana başlık altında sağlamak durumundayız. Biri, idari olarak etkin bir teftiş ve mutlaka yolsuzlukla mücadeleyi etkin bir şekilde uygulamak durumundayız. İki, idarenin bütün işlemlerini yargı denetimine açarak mutlaka yolsuzlukla etkin bir şekilde mücadele etmeyi temin etmemiz lazım. Üçüncü başlık olarak da elbette millet adına yasama ve denetim faaliyeti gören TBMM’nde özellikle siyasi kişilerin yolsuzluklarla ilgili mücadelelerde etkin bir şekilde mücadele etmesi için gerekli mevzuatları ve değişiklikleri yapmak gerektiğini düşünüyoruz.
Kamu ihale kurumu bu ülkenin kanayan bir yarasıdır, çünkü en fazla değişiklik yapılan ve belki de en fazla istisna tanına kanunun Kamu İhale Kanunun. Dolayısıyla ihaleyi esas hale getiren, diğerlerini istisna haline getiren bir sistem inşa etmek durumdayız. Kamu ihalelerinde benim gördüğüm kadarıyla en büyük problemlerden bir tanesi kamu ihalelerine girme tek başına bir problem alanı değil, aynı zamanda ihaleyi alan kışının bu ihaleyi yürütme sürecinde siyasi iktidar yakın olmadığı zaman, ya da siyasi iktidarın taleplerini yerine getirmediği zaman o kamu ihalesini gerçekten ekonomik bir şekilde sona erdirme gibi bir imkânı söz konusu olmuyor. Yani eşitlik ve tarafsızlık ilkesini kamunun hem ihale süreçlerinden önce hem ihalenin devamında hem de ihale bittikten sonra sağlanması yolsuzlukla mücadelede etkin bir imkân sağlamış olur. Aslına Kamu İhale Kanunumuzda hâkim olan ve bütün dünyada kabul gören çok güzel ilkeler var. Saydamlık, rekabet, eşit muamele, güvenirlik, gizlilik, kamuoyu denetimi, ihtiyaçların uygun zamanda, uygun kaynaklarla yerine getirilmesi gibi huşular önemli, ama birçok imkânın bu ilkelerden sapıldığını maalesef hep beraber gördüğümüz için bu ilkeleri hayata geçirecek unsurları meydana getirmemiz lazımdır.
Bir diğer husus, siyasi iktidarlar elbette kamu imkanlarını veya kamu gücünü kullanırken seçimlere veya kendi partilerinin büyümelerine olanak sağlayacak şekilde isteyecektir. Burada da en sorunlu alanlardan bir tanesi, eğer iktidar bir başka partide, yerel yönetimler yani belediyeler bir parti elinde ise hiçbir iktidar gücü yerel yönetimlerin de tıpkı merkezi hükümetteki seçmene dokunmasına imkân verecek uygulamalara müsaade etmek istemez. Çünkü niyetinde kamu gücünü iyi bir şekilde kullanırsa bu seçmene dokunmak seçmene temas etmek ve kendi partinizi tanıtmak için en iyi yollardan bir tanesidir, dolaysıyla genelde de siyasi iktidarlar belediyeler üzerinde yasanın da kendilerine tanıdığı denetim yetkisini aşırı derecede yoğunlaştıracak bir duruma getirdiler. Vesayet kavramı elbette bizim 82 anayasasından bu tarafa var olan bir husustu belediyelerle ilgili.
Bir de 15 Temmuz darbesinden sonra ikinci bir konu ile tanıştık o da kayyum uygulamaları. Kayyum uygulamaları anayasa açıkça belediye başkanlarının görevden uzaklaştırmalarının sadece görev suçlarıyla mümkün olabildiği düzenleme altına alınmasın rağmen bir KHK ile buna terörle iltisaklı olan belediye başkanlarının ya da belediye meclis üyelerinin de dahil edileceğine dair bir düzenleme getirildi. Bildiğim kadarıyla bu konu halen AYM önünde ve bununla ilgili anayasaya aykırılığı hakkında bir karar verilmedi, bu düzenlemenin çünkü açıkça anayasaya aykırı. Çünkü Belediye başkanlarının mahkeme kararı olmaksızın hiçbir şekilde görevden alınamayacağı bunun tek istisnasının görev suçu ile ilgili bir durum ki, bu da normal çünkü belediye başkanı görev suçu ile ilgili bir soruşturmak geçiriyorken belediye yetkilerini kullanarak bu göre suçlarını örtebilme ihtimali söz konusudur. Onun da elbette her yetkinini kullanıldığı yerinde ve makul olması söz konusu olması lazım. Bugün hala iddianamesi düzenlenmeyen aylardır soruşturması bir adım ileri gitmemiş birçok belediye başkanının illerde İçişleri Bakanı, ilçelerde ise valiler tarafından atanmış kayyumlarla idare edildi. Bırakın belediye başkanlarını o yöredeki belediye meclislerini fonksiyonsuz hale getirmek için bütün Meclis yetkilerinin dahi kayyuma devredildiği bir yerel demokrasi sürecini maalesef hep beraber yaşıyoruz, dolayısıyla biz katılımcı demokrasi açısından yerel yönetimleri önemsiyoruz. Hem yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması gerektiğini düşünüyoruz. Hem de bu yetkileri oranında da kendilerine bütçeden mali imkanlarının artırılmasının zorunlu olduğunu görüyoruz. Aksi takdirde Büyükşehir Yasasını getirdiğimiz gibi belediyenin yetkilerini görev alanlarını genişletirsiniz, ancak yeterli mali imkân vermediğiniz zaman birçok belediye maalesef merkezi hükümetten gelebilecek imkanları kovalamak mecburiyetinde kalıyor. Küçük ilçelerin ise bu imkânlara kavuşmak için siyasi parti değiştirmek zorunda olduğu süreçleri de hep beraber yaşamak durumunda kalıyoruz. Dolayısıyla vesayet anlamına gelecek durumları ortadan kaldırdığımız seçilen kişilerin mutlaka ancak seçimle gideceği ve bir yargı kararı olmaksızın hiçbir belediye başkanının hiçbir meclis üyesinin de görevden alınamayacağı bir yerel demokrasiyi bu ülkede yeniden inşa etmemiz gerekiyor.
Akademik özgürlüklerle ilgili de YÖK’ün özellikle üniversitelerin idari mali özerkliği ortadan yetkilerini son verip sadece üniversiteler arası koordinasyon vazifesi görecek bir kurul inşasına hep beraber mutabakata varmış olduk. Rektör atamalarında öğretim üyelerinin seçtiği bir sistemi inşa etmek istiyoruz. İlkokulda bile sınıftaki öğrencilere başkanlığı seçtiren bir sistemin üniversitelerinde kendi rektörünü seçemeyeceğine düşünmek veya kabul etmek bu ülke insanına yapılabilecek en büyük kötülüklerinden bir tanesidir. Dekan atamalarında mutlaka ve mutlaka ilgili fakülteyle olan bağının ortaya konulmasını şart olarak koşuyor. Düzenleyici ve denetleyici kurumlarda da demokrasi kurumlar ve kurallar rejimidir. Dolayısıyla seçim ve iktidar her şey değildir. O iktidar da elbette anayasanın kendisine tanıdığı çerçeve içerisinde kurum kültürüne dikkat ederek bu ülkeyi yönetmek durumundadır. Eğer siz devlet hafızası taşıyan o kurumları yok ederseniz siyasi iktidar olarak bocalamaktan kurtulamamış olursunuz. Elbette bu düzenleyici kurumların adeta siyasi emeklilik yeri ya da siyasi iktidarlar tarafından siyasi rüşvet olarak birilerine peşkeş çekildi olmaktan ziyade tekrar o kurumların hakkını verebilecek oralara laik olan kişileri getirmemiz lazımdır.
Konuşmalarla ilgili olarak konuşmacılara salondan gelen sorulara verilen yanıtlarla panel sona erdi. Son.