John J. Mearsheimer (1947-), Chicago Üniversitesi’nde çalışan ünlü bir Amerikalı Siyaset Bilimi Profesörüdür. Etkili bir uluslararası ilişkiler teorisyeni olan Mearsheimer, “saldırgan gerçekçilik” (offensive realism) akımının kurucusu kabul edilmektedir. John Mearsheimer, 4 Mart 2022 tarihinde katıldığı bir internet konferansında, Rusya-Ukrayna Savaşı’na ilişkin görüşlerini açıklamıştır. Bu yazıda, Mearsheimer’ın görüşleri özetlenecektir.
Konuşma kaydı
Konuşmasına ilk olarak savaşın sebeplerini sıralayarak başlayacağını belirten Mearsheimer, savaşa ABD (Amerika Birleşik Devletleri) veya Rusya’nın neden olduğu yönünde iki farklı görüşün olduğunu ve hangi görüş geçerli olursa olsun yaşananların bir felaket olduğunu belirtmektedir. Ukrayna’nın Kırım’ı kaybettiğini ve kendi görüşüne göre Donbass bölgesini de kaybedeceğini söyleyen Amerikalı akademisyen, savaş süresince Ukrayna’nın daha fazla toprak kaybedip kaybetmeyeceğinin gündemdeki soru olduğunu düşünmektedir. Bu süreçte Ukrayna ekonomisinin çöktüğünü ve şehirlerinin de büyük bir yıkıma uğramakta olduğunu vurgulayan Mearsheimer, bunun uluslararası ekonomiye ve ABD’deki ara seçimlerde Demokratlara büyük zarar vereceğini de sözlerine eklemektedir. Ek olarak, bu durumun ABD’nin Çin’e karşı Avrupa’yı bırakarak Asya’ya açılmasını da zorlaştıracağını düşünen Amerikalı konuşmacı, ayrıca bu sürecin Rusya’yı Çin’in kucağına ittiğini ve Doğu Avrupa’yı istikrarsız bir bölge haline getirdiğini iddia etmektedir.
Daha sonra bu felakette kimin sorumlu olduğuna dair görüşlerini açıklamaya başlayan Mearsheimer, Rusya’yı ve Rus lider Vladimir Putin’i suçlamanın akla ilk gelen seçenek olduğunu, ancak kendi görüşüne göre Batı dünyası ve ABD’nin bu yaşananlarda öncelikli sorumluluk sahibi olduğunu vurgulamaktadır. Bu sürecin 2008 yılında Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO üyesi yapma kararının alınmasıyla başladığını belirten John Mearsheimer, Rusya’nın daha en başından bu sürece karşı olduğunu ve bunu hiçbir şekilde kabul etmeyeceğini ilan ettiğini sözlerine eklemektedir. Rusya’nın NATO’nun 1999 ve 2004 genişlemelerini hazmettiğini ancak Gürcistan ve Ukrayna konusunda kırmızı çizgilerini en başından gösterdiğini düşünen Amerikalı analist, Moskova’nın bunu bir “varoluşsal tehdit” olarak algıladığını da vurgulamakta ve 2008 yılında yaşanan Rusya-Gürcistan Savaşı’nı anımsatmaktadır. Batı’nın Ukrayna politikasının bir sacayağı şeklinde geliştiğini ve bileşenlerinin (1)Ukrayna’yı NATO üyesi yapmak, (2) Ukrayna’yı AB (Avrupa Birliği) üyesi yapmak ve (3) Ukrayna’yı Turuncu Devrim’den başlayarak Batı yanlısı bir liberal demokrasiye dönüştürmek olduğunu işaret eden Amerikalı konuşmacı, Rusya’nın bu sürece hiçbir şekilde rıza göstermediğini ve bunu daha en başından gösterdiğini düşünmektedir.
Ukrayna-Rusya çatışmasının 2014 yılı Şubat ayında yaşanan gelişmelerle başladığını hatırlatan Amerikalı akademisyen, bu süreci bir “darbe” olarak değerlendirmekte ve Rusya yanlısı Viktor Yanukoviç’in devrildiği bu süreçte ülkesi ABD’nin de parmağı olduğunu iddia etmektedir. Bu sürecin sonrasında Rusya’nın Kırım’ı ilhak ederek Ukrayna’dan kopardığının altını çizen Mearsheimer, ayrıca Rusya destekli milislerin Donbass (Donetsk ve Luhansk) bölgesinde Ukrayna merkezi hükümetine karşı bir iç savaş başlattıklarını da sözlerine eklemektedir. Son yaşanan savaş sürecinin ise, Moskova’nın algılamalarında 2021 yılı sonlarından itibaren Ukrayna’nın de facto olarak NATO üyesi olmaya başladığı düşüncesinden kaynaklandığının altını çizen Mearsheimer, de jure olarak NATO’nun Rusya’ya bir tehdit oluşturmadığını, ancak de facto olarak Rusya’nın bu durumu böyle algılamadığını düşünmektedir. Yazara göre, başta ABD olmak üzere Batı dünyasının silahlandırdığı, askeri eğitim verdiği ve diplomatik ilişkilerini geliştirdiği Ukrayna Rusya’nın algılamasında bir tehdit haline gelmiş ve savaş kaçınılmaz olmuştur.
Bu görüş karşısında ABD’deki hükümet çevrelerinin bu savaşın NATO’nun genişlemesiyle alakalı olmadığı yönündeki görüşlerini de eleştiren Mearsheimer, Rusya’nın 2008’den beri NATO’nun genişlemesini temel gerekçe olarak öne sürdüğünü ve bunun Moskova için yaşamsal bir tehdit olarak algılandığını söylemektedir. Çoğu Amerikalının ve özellikle Amerikan siyasal elitinin bu duruma inanmadığını belirten konuşmacı, oysa Rusya’nın tavrını en baştan gösterdiğini hatırlatmaktadır. Bunun yerine, Amerikan siyasal elitinin Vladimir Putin faktörü üzerinde durduğunu ve bu durumu Putin’in kişisel olarak SSCB’yi ya da Büyük Rusya’yı canlandırmak istemesiyle açıklamayı tercih ettiğini belirten deneyimli akademisyen, bu nedenle Amerikalıların NATO genişlemesi sayesinde yayılmacı bir devlet olan Putin Rusya’sının Doğu Avrupa ya da Berlin’e girmesinin önlenebildiğini düşündüklerini ifade etmektedir. Bu argümanı birçok yönden hatalı bulan Amerikalı konuşmacı, ilk olarak Kırım ilhakı öncesinde Putin’in bir saldırgan olarak algılanmadığını ve NATO genişlemesinin Rusya’ya karşı bir politika olarak önerilmediğini hatırlatmakta ve bu anlamda beklenmedik bir hamle olan Rusya’nın Kırım ilhakı sonrasında bu argümanın ortaya atıldığını vurgulamaktadır. Bu yönüyle Obama yönetimini eleştiren Mearsheimer, bu argümanın daha çok kriz oluştuktan sonra ABD tarafından Rusya’yı suçlamak için üretildiğini ve yaygınlaştırıldığını iddia etmektedir. İkinci olarak, Putin’in SSCB’yi ya da Büyük Rusya’yı yaratmak ya da Ukrayna’yı topraklarına katmak amacında olduğunu hiçbir zaman söylemediğini belirten Mearsheimer, ekonomisi Teksas eyaletinden küçük bir ülke olan Rusya’nın buna uygun bir askeri ve ekonomik kapasitesinin olmadığının altını çizmektedir. Bu anlamda, Mearsheimer, bu argümanın da hatalı ve abartılı olduğunu düşünmektedir. Üçüncü ve son olarak, Rusya’nın Ukrayna’daki askeri harekâtının da ülkenin tamamını ele geçirmek temelinde gelişmediğinin altını çizen konuşmacı, bu nedenlerle Rusya ve Putin’in Batı dünyasında yanlış algılandığı veya yansıtıldığını düşünmektedir.
Daha sonra bundan sonra ne gelişebileceğine dair fikir yürüten John Mearsheimer, ABD’nin, Ukrayna’nın NATO üyesi olmasının iyi bir fikir olmadığını kabullenmek yerine giderek bu ülkeyi fiili bir NATO üyesi ve cephanelik haline getirdiğini ve bu nedenle savaşın kaçınılmaz hale geldiğini düşünmektedir. Son süreçte de Ukraynalıları Rus işgaline karşı direnmeye cesaretlendiren ABD’nin tavrını hatalı bulan Mearsheimer, ABD’nin kendisi savaşa girmeden Ukraynalıları öne sürdüğünü ve kimsenin Ukrayna’dan bir savaş zaferi beklemediğini sözlerine eklemektedir. Bu noktada Rusya’nın bundan sonraki tavrının ne olacağının önem kazandığını belirten konuşmacı, Batı’da Ukrayna’nın yeterince direniş gösterirse Rusların bu operasyondan vazgeçebileceği ya da Putin rejiminin tehlikeye girebileceği yönünde görüşler olduğunu, oysa büyük güçler siyaseti çalışan bir uzman olarak bunların beklenmesinin doğru olmadığını söylemektedir. Rusya’nın, Ukrayna’nın NATO üyeliğini varoluşsal tehdit olarak değerlendiren bir ülke olarak bu ülkeye askeri üstünlük sağlayamamasının daha da büyük güvenlik riskleri yaratacağını kaydeden Mearsheimer, bu durumda Moskova’nın daha da saldırgan davranacağını ve savaşın yıkımının çok yüksek düzeylere ulaşacağını belirtmektedir. Bu duruma örnek olarak ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’yı işgal etmeden uyguladığı yıkım politikasını veren Mearsheimer, Rusya’nın askeri başarısızlık durumunda nükleer gücünü de devreye sokabileceğini hatırlatmaktadır. Nükleer gücü olan ve yaşamsal bir tehditle karşı karşıya olan büyük bir gücü köşeye sıkıştırmanın çok hatalı ve tehlikeli bir politika olduğunun altını çizen Amerikalı konuşmacı, bu anlamda ülkesi ABD’nin Ukrayna politikasına destek vermemekte ve Rusya’nın ön alıcı savaşını akla yatkın hale getirmektedir. Durumun daha iyi anlaşılabilmesi için Amerikalı karar alıcıların Küba Füze Krizi’nde yaşadıkları tehdit algısını örnek olarak sunan Mearsheimer, dünyanın bir felakete sürüklenmemesi adına Rusya’nın pozisyonunun daha iyi anlaşılması gerektiğini düşünmektedir.
Son olarak, büyük güçler arası ilişkilerin (great power politics) dikkatle incelenmesi gereken bir iş olduğunu vurgulayan John Mearsheimer, nükleer bir savaş riskini olası görmese de, böyle bir riskin var olması sebebiyle Amerikalıların bundan sonra çok dikkatli politikalar geliştirmeleri ve Rusya’nın köşeye sıkıştırılmaması gerektiğini düşünmektedir. Mearsheimer, ayrıca Rusya’nın askeri zaferini akla daha yakın bir ihtimal olarak görmekte; zira Amerikalıların bu savaşı o kadar da önemsemediklerini, ancak Rusların bu savaşı varoluşsal bir tehdit olarak değerlendirdiklerini ifade etmektedir. Mearsheimer, savaşın kaybedeninin ise ABD veya Batı dünyası değil, Ukrayna olacağını vurgulamaktadır. Bu anlamda, Amerikalı akademisyen, Ukrayna’yı bu yola iten ABD ve Batılı devletlerin bu durumda asıl sorumluluk sahibi olduklarını düşünmektedir.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ