NATO'da Büyük Uzlaşı: Finlandiya ve İsveç'e Üyelik Kapısı Açıldı

 

Giriş

Rusya’nın bu yıl içerisinde Ukrayna topraklarını işgal etmesiyle başlayan sürecin yol açtığı jeopolitik deprem devam ediyor… Öyle ki, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan denklemde NATO dışında kalmayı tercih eden Batılı ülkelerden olan İsveç ve Finlandiya, Rus saldırganlığından çekinerek bir an önce NATO’ya üye olma kararı aldılar ve hatta geçtiğimiz gün Madrid’de düzenlenen 32. NATO Zirvesi’nde, NATO’ya üye olma yolunda çok önemli bir adım atmayı başardılar. Zirve neticesinde, NATO, bu iki ülkeyi birliğe üyelik için davet etme kararı aldı. Dolayısıyla, bu iki ülke, Türkiye’nin terörle mücadele konusundaki bazı itirazlarını da bu ülkeyle yapılan özel bir anlaşmayla (üçlü memorandum) gidererek, Batı’nın askeri alyansı NATO’nun 31. ve 32. üyesi olma yolunda çok önemli bir şans yakaladılar. Bu yazıda, NATO’nun genişleme sürecini, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri konusunu, Türkiye-NATO ilişkilerinin kısa tarihçesini ve Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya ile vardığı mutabakatı anlatarak, okurlarımızı bu konularda bilgilendirmeye çalışacağım.

NATO Genişlemesi Tarihçesi

İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1949 yılında Kuzey Atlantik Antlaşması’nın (Washington Antlaşması olarak da geçer) imzalanmasıyla kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü veya yaygın bilinen ismiyle NATO (İngilizce: North Atlantic Treaty Organization, Fransızca: Organisation du Traité de l’Atlantique Nord/OTAN), komünist/yayılmacı SSCB (Sovyetler Birliği) tehdidi karşısında Avrupa güvenliğini sağlamak, Transatlantik bağları geliştirmek, Batılı değerleri korumak ve yaymak amacıyla hayata geçirilmiş bir askeri örgütlenmedir. Merkezi Brüksel olan örgüt, 4 Nisan 1949 yılında kurulmuştur. NATO’nun 12 kurucu üyesi; Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Belçika, Birleşik Krallık (İngiltere), Danimarka, Fransa, Hollanda, İzlanda, İtalya, Kanada, Lüksemburg, Norveç ve Portekiz’dir. Kurulduğu günden itibaren ABD-Avrupa bütünleşmesi yönünde önemli adımlar atan NATO, üye genişlemesini kurucu antlaşmanın 10. maddesine göre yapmaktadır. Bu maddeye göre; “Taraflar, bu Antlaşma’nın ilkelerini geliştirebilecek ve Kuzey Atlantik Bölgesinin güvenliğine katkı yapacak durumda olan herhangi bir Avrupa devletini bu Antlaşma’ya katılmaya oy birliği ile davet edebilirler. Davet edilen Devlet, katılım belgesini Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti’ne vererek bu Antlaşma’ya taraf olabilir. Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti aldığı her bir katılma belgesinden tüm Tarafları haberdar edecektir.” Bu anlamda bölgesel bir uluslararası örgüt olan NATO, Avrupa devletlerini birliğe üye yapmayı hedeflemektedir.

NATO’nun genişleme süreci

1949 yılında 12 kurucu üye ile inşa edilen NATO, zaman içerisinde genişlemiş ve günümüzde 30 üyeli dev bir askeri alyansa dönüşmüştür. NATO’nun ilk genişleme süreci 1952 yılında yaşanmış ve Türkiye ile Yunanistan, birliğin 13. ve 14. üyeleri olmuştur. 1955 yılında, ikinci genişleme sürecinde Batı (Federal) Almanya birliğe katılmış ve birliğin üye sayısı 15’e yükselmiştir. 1982 yılında üçüncü genişleme sürecinde birliğe katılan İspanya, NATO’nun 16. üyesi olmuştur. Doğu Bloku’nun yıkılmasıyla hızlı bir genişleme sürecine giren NATO, 1999 yılında dördüncü genişleme sürecinde 3 yeni üyeyi birliğe dahil etmiştir. Bu ülkeler; Çekya (Çek Cumhuriyeti), Macaristan ve Polonya’dır ve böylelikle birliğin üye sayısı 19’a ulaşmıştır. 2004 yılında Doğu genişlemesini beşinci genişleme süreci ile sürdüren NATO, tam 7 yeni üyeyi birliğe dahil etmiştir. Bu yeni üyeler; Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya’dır. Böylelikle, NATO’nun üye sayısı 26’ya çıkmıştır. 2009 yılındaki altıncı genişleme sürecinde Arnavutluk ve Hırvatistan’ın katılımıyla 28 üyeye ulaşan NATO, 2017’de yedinci genişleme ile Karadağ ve 2020’de sekizinci genişleme ile Kuzey Makedonya’yı da birliğe katarak 30 üyeli bugünkü haline erişmiştir. Önümüzdeki bir-iki yıl içerisinde, dokuzuncu genişleme sürecinde NATO’nun 31. ve 32. üyelerinin ise İsveç ve Finlandiya olması beklenmektedir. Her ne kadar Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve komünizm tehdidinin yayılmacı bir ideoloji olarak ortadan kalkmasının ardından NATO’nun varlığının gerekliliği konusunda çeşitli tartışmalar olsa da, NATO, Transatlantik bağların korunması ve Batılı değerlerin savunulması anlamında önemini korumaktadır. 

İsveç ve Finlandiya’nın NATO Üyelikleri

Daha önce 2008’de Gürcistan ve 2014’te Kırım müdahalelerini gerçekleştirerek uluslararası hukuk ve ülkelerin toprak bütünlükleri konusunda kendi ulusal güvenlik stratejisi gereği Batı dünyası normlarından farklı tavırlar alabileceğini ve ileri adımlar atabileceğini gösteren Rusya, 2022 yılında Ukrayna’ya karşı -Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “özel operasyon” olarak nitelendirdiği- askeri müdahaleyi başlatarak, “yakın çevre” doktrini doğrultusunda bölgesindeki ülkelere karşı sert güce başvurabileceğini bir kez daha hatırlatmıştır. Ancak Rusya’nın bu müdahalesi bardağı taşıran son damla olmuş ve Batılı ülkeler tarafından ağır yaptırımlara uğrayan Moskova, İsveç ve Finlandiya gibi NATO üyesi olmayan ülkeleri de endişeye sevk ederek, bu ülkelerin de birliğe girişi için uygun koşulların oluşmasını sağlamıştır.

Rusya, Ukrayna Savaşı sonrasında NATO ile sınır komşusu olacak

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri, Ukrayna Savaşı’nı da “NATO tarafından çevrelendiği” argümanıyla meşrulaştırmak isteyen Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin için yeni bir sorun olacaktır. Öyle ki, Rusya, yakın bir gelecekte 1.340 kilometrelik Finlandiya-Rusya sınırında da yeni NATO askeri birlikleriyle karşılaşmak durumunda kalabilecek ve bu durumda Batı kuvvetlerini güçlendirmek zorunda kalacaktır. Ancak bu hususta, NATO ile Rusya arasında herhangi bir tampon bölgenin kalmamasının küresel güvenlik açısından da büyük riskler içerdiği vurgulanmalıdır. Bunun yanı sıra, Batı için önemli bir enerji tedarikçisi olan Rusya’nın yokluğunda, Batı dünyasında enerji kaynaklı ekonomik sorunların yaşanabileceğini de öngörmek gerekir. 

Türkiye-NATO İlişkileri: Kısa Bir Özet

Türkiye, NATO’nun birinci genişleme süreci ile birliğe katılmış oldukça eski ve köklü bir müttefiktir. Yunanistan’la birlikte 1952 yılında NATO’ya katılan Türkiye, ayrıca ABD’den sonra birliğin en büyük ikinci ordusuna sahip ve NATO’nun askeri operasyonlarına aktif şekilde katılan bir devlettir. Bu nedenle, Avrupalılığı biraz tartışmalı olsa da, Türkiye, jeopolitik konumu ve askeri gücü nedeniyle, NATO’nun en önemli ve aktif üyelerinden birisidir. Türkiye’nin birlik içerisindeki önemli rolü, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg tarafından da sık sık dile getirilmektedir. Örneğin, Stoltenberg, daha birkaç hafta önce, “Türkiye tüm müttefikler için önemli bir ülkeaçıklamasını yaparak, Ankara’nın birlik içerisindeki önemli rolünü müttefiklere hatırlatmıştır.

Üçüncü Türkiye Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın imzaladığı Türkiye’nin NATO’ya katılım kararı

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’nde Stalin yönetiminden kaynaklanan tehditler nedeniyle ABD ile yakınlaşan ve NATO’ya katılma kararı alan Türkiye, Kore Savaşı’nda müttefikler safında çarpışarak, 1952 yılında birliğe katılması için gerekli olan güven ortamını yaratmıştır. Türkiye’nin üyeliğine başta Birleşik Krallık gibi bazı ülkeler karşı çıksalar da, bu ülkenin köklü siyasi ve askeri geçmişi, stratejik avantajları, savaş sonrasında yaşadığı kapsamlı ekonomik dönüşüm ve endüstriyel ve askeri kabiliyetleri bu hususta birlik tarafından öne çıkarılmış ve o yıllarda hazırlanan bir video tanıtım filminde de vurgulanmıştır. Bu şekilde, Türkiye, NATO’nun güney kanadında (southern flank) kritik bir üye ülke haline gelmiş ve Batı dünyası ile sağlam bağlar tesis etmiştir. Hatta 1964 yılında, Türkiye-NATO ilişkilerini güçlendirmek amacıyla, birlik tarafından “Prospect of Turkey” adlı bir belgesel de hazırlanmıştır. Günümüzde, İstanbul, İzmir, Konya, Adana ve Diyarbakır gibi Türkiye şehirlerinde çeşitli NATO tesisleri bulunmaktadır. Ayrıca Türkiye, son yıllarda Bosna Hersek, Kosova, Afganistan ve Libya gibi NATO operasyonlarına aktif katılım göstermiştir.

Türkiye-İsveç-Finlandiya Mutabakatı: NATO’nun Zaferi

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelikleri gündeme gelince, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu iki ülkenin terörle mücadele konusundaki eksikliklerini ve Türkiye’ye karşı uyguladıkları yaptırımları gündeme getirerek, “Türkiye’ye geleceklermiş, bizi ikna etmeye mi gelecekler… Kusura bakmasınlar. Türkiye’ye yaptırım uygulayanların bir güvenlik örgütüne katılımına biz evet demeyiz. Biz bunlara nasıl inanacağız?” diye konuşmuştur. Hükümete yakın düşünce kuruluşu SETA’nın 2019 yılında yayımladığı Avrupa’da PKK Yapılanması adlı kitapta, özellikle İsveç’e geniş bir yer ayrılmış ve bu ülkenin teröre destek olarak algılanan bazı faaliyetleri incelenmiştir. Bu nedenle, Finlandiya değilse de, İsveç konusunda Türkiye’nin tavrının tutarlı olduğu belirtilebilir. 

İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımı konusunda yaşanan kriz, 28 Haziran’da Madrid’de NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in girişimiyle gerçekleşen üçlü zirvede aşılmış ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö ve İsveç Başbakanı Magdalena Andersson’un katıldıkları toplantıdan bir üçlü mutabakat metni (memorandum) çıkmıştır.

10 maddelik üçlü memorandum, kısaca şu maddelerden oluşmaktadır:

  1. Türkiye, İsveç ve Finlandiya temsilcileri, NATO himayesinde bu anlaşmaya varmışlardır.
  2. Türkiye, İsveç ve Finlandiya, Kuzey Atlantik Antlaşması ve NATO değerlerine olan bağlılıklarını teyit etmişlerdir.
  3. Birliğin en önemli uzlaşı konularından birisi de terörle mücadeledir.
  4. NATO üyesi adayları olan İsveç ve Finlandiya, Türkiye’nin ulusal güvenliği konusundaki tehditlerle mücadelesi konusunda Ankara’ya tam destek vermektedirler. Bu bağlamda, İsveç ve Finlandiya, PYD/YPG ve FETÖ’ye destek vermeyecektir. Türkiye de benzer şekilde İsveç ve Finlandiya’ya terörle mücadele konusunda tam destek verecektir.
  5. İsveç ve Finlandiya, PKK’nın bir terör örgütü olduğunu teyit etmektedirler. Bu bağlamda, her iki ülke de, PKK ve diğer terör örgütlerinin faaliyetlerini engellemeyi taahhüt etmektedirler.
  6. Bu bağlamda, Finlandiya 1 Ocak 2022’de yürürlüğe giren Ceza Kanunu’nda terörle mücadele konusunda daha sıkı düzenlemeler olduğunu vurgularken, benzer şekilde İsveç de 1 Temmuz 2022’de yeni yürürlüğe girecek Terörle Mücadele Yasası ile bu konuda daha sıkı tedbirler alacağını ifade etmektedir.
  7. Her üç ülke de birbirlerine karşı askeri ambargo uygulamayacaklarını teyit etmektedirler.
  8. Üç ülke, terörle mücadele hususunda birçok teknik konuda işbirliği yapmayı taahhüt etmektedirler.
  9. Bu adımların atılabilmesi için, üç ülke, Dışişleri, İçişleri ve Adalet Bakanlıklarından uzmanların ve İstihbarat ve Güvenlik teşkilatlarından temsilcilerin katılımıyla bir Sürekli Müşterek Mekanizma oluşturacaklardır.
  10. Türkiye, NATO’nun açık kapı politikasına destek vermekte ve İsveç ve Finlandiya’nın 2022 Madrid Zirvesi sonrasında üyeliğe davet edilmelerini onaylamaktadır.

Bu mutabakat zaptı incelendiğinde; bunun Türkiye’nin terörle mücadele konusundaki endişelerini büyük ölçüde gideren bir taahhüt belgesi olduğu ve Ankara’nın da bu nedenle üyelik konusundaki isteksiz ve engelleyici tavrını kaldırdığı görülmektedir. Bu anlamda, her üç ülkenin de istediklerini aldıkları (Türkiye’nin terörle mücadelesine destek ve birlik içerisindeki öneminin ABD başta olmak üzere üye ülkeler tarafından teyidi, İsveç ve Finlandiya’nın Rusya tehdidi karşısında birliğe bir an önce üye olabilmeleri), en önemlisi de NATO’nun bu süreçten genişleyerek ve güçlenerek çıkacağının anlaşıldığı görülmektedir. Bu anlamda, Türkiye’nin geçmişteki Rogers Planı hadisesinden de ders alarak, bu defa kartlarını daha iyi oynadığı ve dış politikada kayda değer bir başarı kazandığı söylenmelidir. Buna karşın, bunun iç siyasette dengeleri değiştirmesini beklemek gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. Ayrıca şunu da eklemeliyiz ki, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, NATO Zirvesi’nin ardından yaptığı basın toplantısında, İsveç ve Finlandiya’nın mutabakat muhtırasında verdiği sözleri tutmaması halinde, bu iki ülkenin NATO üyeliklerinin TBMM’de onaylanmayabileceği uyarısını yapmış ve mutabakata uyulması gerektiğini kaydetmiştir.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Joe Biden

Bu sürecin bir getirisi ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uzun süredir istemesine rağmen görüşemediği ABD Başkanı Joe Biden’la yüzyüze görüşme şansı yakalaması ve bu görüşmenin pozitif bir atmosferde geçmesidir. Nitekim Biden, görüşme sonrasında, Erdoğan’a, Ukrayna’da tutulan ve limanlardan çıkarılamayan tahılın dünya piyasalarına ulaştırılabilmesi için yaptıkları ve İsveç ile Finlandiya’nın NATO üyelik sürecinin ilerlemesine izin vermesi konularında teşekkür etmiş ve Erdoğan’a F-16 jetlerinin modernizasyonu konusunda Türkiye’ye Kongre’de destek vereceğini söylemiştir. Bu da, Türk-Amerikan ilişkilerinin normalleşmesi bağlamında sınırlı ancak pozitif bir gelişme olarak yorumlanabilir.

Sonuç

Sonuç olarak, 2022 Rusya-Ukrayna Savaşı’nın NATO’nun genişlemesi ve Rusya ile sınır komşusu haline gelmesi bağlamında tarihi bir jeopolitik kırılma anı olabileceği vurgulanmalı ve bu süreçte Türkiye’nin birlik içerisinde kalması ve yeni üyelere engel olmaması bağlamında yapıcı bir tavır belirlemesine vesile olan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in başarısına dikkat çekilmelidir. Bunun yanı sıra, bu sürecin Türk-Amerikan ilişkilerine de pozitif yansımalarının olabileceği ve Ankara’nın F-16 alımı ve CAATSA yaptırımlarından kurtulmak gibi konularda ABD Başkanı Joe Biden ve Demokrat yönetimden daha sıcak tavır görmesinin mümkün hale gelebileceği vurgulanmalıdır. Ancak bu noktada Türkiye demokrasisindeki olumsuz gelişmeler daha hızlı bir ilerlemeyi zorlaştırmaktadır. NATO-Rusya ilişkilerinin geleceği ise başka bir yazıda incelenmesi gereken başlı başına önemli bir konudur.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

Bir Cevap Yazın

siegram sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et