Valerie Bunce ve Sharon Wolchik’in ‘Defeating Authoritarian Leaders in Postcommunist Countries’ Eserlerinde Azerbaycan

 

Siyaset Bilimi’nde Karşılaştırmalı Politika (Comparative Politics) alanında en önemli konu başlıklarından birisi olan “demokratikleşme” (democratization) literatüründe, Sovyetler Birliği’nin ve Yugoslavya’nın dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan ve kendilerine özgü rejimler kurmaya başlayan post-komünist (komünizm sonrası) ülkelerin yaşadıkları tecrübeler haliyle akademisyen ve araştırmacıların büyük ilgisini çekmektedir. Bunun temel sebebi, kuşkusuz, bu ülkelerin birbirlerinden çok farklı yönlerde ilerlemeleri ve kimi eski komünist ülkelerin Avrupa Birliği (AB) üyesi olacak kadar aşama kaydetmelerine karşın, kimilerinin de eski sistemin devamı niteliğinde otoriter veya totaliter yeni rejimler inşa etmeleridir.

Bu konuda yazılmış değerli bir çalışma ise, Amerikalı akademisyenler Valerie Bunce (daha çok Valerie J. Bunce olarak geçiyor literatürde ismi) ve Sharon Wolchik veya Sharon L. Wolchik tarafından yazılmış olan 2011 Cambridge University Press basımı Defeating Authoritarian Leaders in Postcommunist Countries (Post-Komünist Ülkelerde Otoriter Liderleri Mağlup Etmek) adlı eserdir.[1] Bu yazıda, 396 sayfalık eserin tamamı açıklanmayacak olup, kitabın 2. bölümü olan “Case Studies” (Vaka Analizleri) bölümünün 7. altbaşlığında yer alan “Failed Cases: Azerbaijan, Armenia, and Belarus” (Başarısız Vakalar: Azerbaycan, Ermenistan ve Beyaz Rusya) bölümünde dost ve kardeş ülke Azerbaycan hakkında yazılanlar özetlenerek, Rusya’nın yakın coğrafyasındaki bu ülkede yaşanan demokratikleşme girişimleri ve bunun neden başarısız olduğu konusundaki fikirler özetlenecek ve tartışılacaktır.

Defeating Authoritarian Leaders in Postcommunist Countries

Yazarlara göre, 2005 Azerbaycan seçimleri, 2004 yılında Gürcistan ve Ukrayna’da başlayan ve kısaca “Turuncu Devrim” veya “Renkli Devrimler” olarak adlandırılan sürecin de etkisiyle, daha rekabetçi bir ortamda geçmiştir. Nitekim seçim sonucunda Aliyev’in Yeni Azerbaycan Partisi’nin (YAP) Azerbaycan Milli Meclisi’ndeki sandalye sayısı 72’den 57’ye düşerken, İsa Kamber (İsa Gamber) liderliğindeki Müsavat Partisi’nin sandalye sayısı 2’den 5’e çıkmıştır. Buna rağmen, seçimler, Azerbaycan’da devlet ve halkın büyük bölümünün renkli devrim sürecinin bir benzerini ülkelerinde yaşamak istememelerinin de etkisiyle, 2003 yılında babasının ardından Cumhurbaşkanı seçilen İlham Aliyev’in gücünü konsolide etmesiyle neticelenmiştir.

Ayaz Muttalibov

Valerie J. Bunce ve Sharon L. Wolchik’e göre, Azerbaycan, komünizmin çökmesinin ardından 1990’ların başında görece demokratik bir süreçten geçmiştir. Bu dönemde, 1990 yılında Devlet Başkanlığı sistemi kurulurken Meclis tarafından ilk Cumhurbaşkanı seçilen ve 8 Eylül 1991 tarihindeki ilk Cumhurbaşkanlığı seçimlerine tek aday olarak girerek kazanan Ayaz Niyazi Muttalibov’un (Ayaz Muttalibov veya Ayaz Mutallibov olarak da geçmektedir ismi) istifasının ardından, 7 Haziran 1992 tarihinde yapılan seçimi yüzde 59,4 oy alarak kazanan Azerbaycan Halk Cephesi ve Azatlık Hareketi’nin lideri Ebulfez Elçibey Azerbaycan’ın ikinci Cumhurbaşkanı olmuştur. Diğer aday Nizami Süleymanov’un oy oranı ise yüzde 33 düzeyinde kalmıştır. Ancak bir devlet adamından ziyade romantik bir Türkçü ve milliyetçi olan Elçibey’in Dağlık Karabağ’da yaşanan gelişmeler ve Karabağ Sorunu karşısında etkin bir siyaset geliştirememesi neticesinde ülkedeki desteği azalmış ve Ağustos 1993’de yapılan halk oylaması sonucu Elçibey`in Cumhurbaşkanlığı görevi resmen düşürülerek, 3 Ekim 1993’de bir kez daha olağanüstü seçimlere gidilmiştir. Yazarlara göre, bu süreç, Sovyetler Birliği zamanında Politbüro’da görev yapmış çok etkili bir kişi olan Haydar Aliyev’in Dağlık Karabağ’daki hezimeti fırsat bilerek Elçibey ve ekibine karşı devlet içerisinde yapmış olduğu darbenin bir sonucudur. Neticede, 3 Ekim 1993 seçimlerinde Haydar Aliyev yüzde 98,8 oyla Azerbaycan’ın üçüncü Cumhurbaşkanı seçilirken, seçime katılan diğer iki aday olan Zakir Tağiyev ve Kerrar Abilov hemen hemen hiç varlık gösterememişlerdir.

Ebulfez Elçibey

Haydar Aliyev, yazarlara göre, 10 yıllık iktidarında akılcı politikalar uygulayarak yerini sağlamlaştırmış ve ülkedeki otoriter rejimin kurumsallaşmasını sağlamıştır. Bu politikaların özünü ise; yandaş ve destekçileri ödüllendirmek, muhalifleri bölmeye çalışmak ve cezalandırmak ve Azerbaycan milliyetçiliği ile devlet ve liderliğe olan sadakati arttırmak gibi taktikler oluşturmuştur. Aliyev, ayrıca petrol ve doğalgaz gelirlerine dayalı olarak bir siyasi ve ekonomik patronaj sistemi oluşturmuş ve bu sayede muhalefetin etkili olmasını önlemeyi başarmıştır. Baba Aliyev, iktidarı süresince 11 Ekim 1998’de yapılan seçimlerde yüzde 76,1 oyla tekrar seçilmeyi de başarmıştır.

Haydar Aliyev

2003 yılında babasının hasta olduğu dönemde ilk kez Cumhurbaşkanı seçilen İlham Aliyev ise, iktidara geçtiğinde kendisini oldukça zor bir konumda bulmuştur. Moskova’da eğitim alan ve 1985-1990 yılları arasında Moskova Devlet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde öğretim görevlisi olarak çalışan oğul Aliyev, kendisine yakın bir patronaj ağı kurmasına karşın, 2005 seçimlerine kadar ülkede tam anlamıyla hâkimiyet sağlamayı başaramamıştır. Nitekim babasından daha demokratik bir rejim kurması beklenen Aliyev, bunun aksine, 2003-2005 döneminde ülkedeki demokrasi ve özgürlük çıtasını düşürmüş ve uluslararası kuruluşlara göre baba Aliyev döneminde “kısmen özgür” (partly free) ülkeler listesinde olan Azerbaycan, 2005 yılında “özgür değil” (not free) kümesine gerilemiştir. Bunce ve Wolchik’e göre, Aliyev, babası gibi ekonomik gelirleri ve devlet mekanizmasını kullanarak gücünü konsolide etmiş ve aile bağları ve bölgesel ilişkileri (hemşehrilik ağları) de kullanarak güçlü bir liderlik zemini oluşturmuştur. Aliyev, ayrıca ekonomide de iyi bir performans gösterek ülkesini geliştirince, ilk yıllarda oldukça zayıf olan liderliği zamanla güçlenmeye ve kök salmaya başlamıştır. Ayrıca, oğul Aliyev, Dağlık Karabağ Sorunu ve Ermeni işgalinin yarattığı mağdur imajı ve hoşnutsuzluğu da devlete ve kendisine yönelik sadakati arttırmada ustaca değerlendirmiştir. Muhaliflere göre, Aliyev rejimi, aile bağları ve Karabağ ve Ermenistan’dan gelen Azerbaycanlıların ön planda olduğu hiyerarşik bir yapıya sahiptir. Bunun dışında devlet katında çok yaygın rüşvet uygulaması olduğu için (Uluslararası Şeffaflık Ajansı-Transparency International, Azerbaycan’ı 2005 yılında 159 ülke arasında 139. sıraya koymuştur), devlet memurları arasında bir dayanışma ağı da ortaya çıkmıştır.  Bunun yanı sıra, oğul Aliyev döneminde muhaliflere yönelik baskı ve yıldırma politikaları da artmıştır. Öyle ki, 2003 Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 76,84 oy alan Aliyev’in ardından yüzde 14 oyla ikinci olan Müsavat Partisi lideri ve Meclis Başkanı İsa Kamber’in dövülmesi ve tutuklanması gibi olaylar, Aliyev’in rakipleri karşısında zaman zaman sert taktiklere de başvurabildiğini göstermektedir. Bunun yanı sıra, Batı dünyası ile babasına kıyasla daha yakın ilişkiler kurmaya çalışan oğul Aliyev, 2005 parlamento seçimleri öncesinde bazı -yazarlara göre büyük ölçüde kozmetik- değişiklikler de yaparak, uluslararası baskıları göğüslemeye çalışmıştır. Buna rağmen, 2005 parlamento seçimleri öncesinde muhalefeti zayıflatmak adına eski Meclis Başkanı Resul Guliyev’in ülkeye girişine izin vermeyen ve Ermenistan istihbarat servisi ile birlikte çalıştığını iddia ettiği Yeni Fikir hareketinin lideri Ruslan Beşirli’nin tutuklanmasını sağlayan Aliyev, muhalefetin mitinglerini de engellemek konusunda devlet güçlerini kullanmıştır. Kitapta incelenen demokratikleşme süreçlerinin başarılı olduğu diğer ülkelerin aksine, Azerbaycan’da devlet güçlerinin (polis, ordu, istihbarat) rejime sadık kalmaları ve muhalefeti bastırmada tereddüt etmemeleri de Azerbaycan’da Aliyev’in otoritesinin perçinlenmesine katkıda bulunmuştur. 2005 seçimleri öncesinde muhalefet ise Azatlık İttifakı çatısı altında güç birliğine gitmiş ve Azerbaycan Demokrat Partisi, Azerbaycan Halk Cephesi Partisi ve Müsavat Partisi’nin oluşturduğu bu ittifakla Aliyev ve YAP karşısında varlık göstermeye çalışmıştır. Ancak muhalefetin etkin ekonomik ve siyasi gücü olmadığı için, seçimde varlık göstermesi de mümkün olmamış ve neticede seçimden Aliyev güçlenerek çıkmıştır. Ülke içerisinde demir yumruğunu gittikçe daha da fazla kabul ettiren Aliyev, 15 Ekim 2008’de oy oranını yüzde 84,34’e çıkararak ikinci defa Cumhurbaşkanlığı görevine seçilmiştir. Aliyev’in ardından ikinci sırada yer alan Ümit Partisi lideri İkbal Ağazade’nin oy oranının sadece yüzde 2,82 düzeyinde kaldığını, ancak bu seçimi ana muhalefet partilerinin boykot ettiğini de hatırlatmak gerekir.

İlham Aliyev

Yazarlar, Azerbaycan ve diğer ülkelerdeki demokratikleşme çabalarını incelerken, dış aktörlerin tavrını ve etkilerini de değerlendirmeye almaktadırlar. Öyle ki, Azerbaycan özelinde Rusya Federasyonu (Rusya), Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve diğer Batılı ülkeler, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve genelde Batılı hükümetler ya da sivil toplum kuruluşlarının fonladığı Azerbaycan merkezli sivil toplum kuruluşları ve medya kuruluşları da bu süreçte önemli roller oynamışlardır. Dağlık Karabağ Sorunu’nda Ermenistan’a yakın duran Rusya, buna karşın Azerbaycan iç siyasetinde de daima en etkin güçlerden olmuş ve bu ülkeyi kaybetmemeye çalışmıştır. Kitabın yazarlarının mülakat yaptığı muhalif liderlere göre, İlham Aliyev, gücünü büyük ölçüde Rusya ile dengeli ilişkiler kurabilmesi ve bu ülkeyi tamamen karşısına almamaya borçludur ve Moskova da Aliyev rejimine yatırım yaparak Azerbaycan’ın Batı dünyasına yanaşmasını engelleyebilmektedir. Muhalefetin genelde Batı destekli ve fonlu olması da Rusya’nın Aliyev’e destek vermesinde kuşkusuz önemli bir etkendir. Bu bağlamda, örneğin, Amerika Birleşik Devletleri Uluslararası Kalkınma Ajansı-USAID’in 2003-2005 döneminde Azerbaycan’a önemli ölçüde kaynak ve fon sağladığı bilinmektedir. Buna rağmen, yazarlar, ABD’nin Azerbaycan’a yönelik politikasının “rejim değişikliği” amacı gütmediğini iddia etmektedirler. Bunun yerine, muhalefeti güçlendirerek Azerbaycan’ın zaman içerisinde demokratikleşebilmesi yönünde politikalar üretmek isteyen Washington, bu doğrultuda muhalif liderlerle birçok görüşme ve etkinlik gerçekleştirmiş, ancak bunda istenen neticelere ulaşamamıştır. Bu bağlamda, ABD’nin 2005 seçimlerini önceki seçimlere göre bazı konularda ilerleme kaydedilen bir seçim süreci olarak değerlendirmesi, ancak AGİT’in seçimlerin uluslararası standartlara uygun olmadığını ifade etmesi dikkat çekicidir.

Sonuç olarak, yazarların 2011 tarihli araştırma kitaplarında demokratikleşme konusunda başarısız bir örnek olarak ele aldıkları Azerbaycan, İlham Aliyev’in liderliğinde 2020 Dağlık Karabağ Savaşı’nda üstün bir başarı göstermiş ve topraklarının neredeyse tamamını geri almıştır. Üstelik, Azerbaycan, Ermenistan’ın savaşa Rusya’yı da dahil etmek için uyguladığı kirli taktiklere de cevap vermemiştir. İlham Aliyev, bu süreçte olgun liderliği ile iyice halkın gözüne girerken, Azerbaycan’ın ekonomik ve demokratik gelişimi de planlı-programlı ve dikkatli bir şekilde devam etmektedir. Batılı akademisyenlerin anlayamadıkları husus ise, Sovyet coğrafyasındaki ülkelerde ani demokratikleşme hamlelerinin farklı siyasi kültür ve toplumsal yapı nedeniyle zaman içerisinde geriye dönüşlere (Polonya, Macaristan örnekleri) neden olabildiği ve dahası, Azerbaycan gibi enerji gelirlerine dayalı devletlerde demokratikleşmeyi engelleyen ve otoriter rejimleri kalıcı hale getiren “kaynak laneti” (resource curse) ve “rantiye devlet” (rentier state) modeli kolaylıkla ortaya çıkabildiği için, Azerbaycanlı karar alıcılar ve aydınların demokratikleşme sürecini ve ülke ekonomisinin çeşitlendirilerek serbest piyasa ekonomisi düzeninin tesis edilmesini belli bir zaman akışı içerisinde ve yavaş yavaş uygulamaya sokmak istemeleridir. Bu bağlamda, liderliği iyice güçlenen İlham Aliyev’in ülkesinde demokratik reformlara devam etmesi ve 2030’larda Azerbaycan’ın Batılı standartlarda çok partili bir demokrasiye dönüşmesi en büyük dileğimizdir. Benzer şekilde, Dağlık Karabağ Sorunu çözüldükten sonra Azerbaycan’ın Ermenistan’la barış yapması da bizi memnun edecektir. Ayrıca şu da unutulmamalıdır ki, 2008’de ABD’ye güvenerek hareket eden Gürcistan lideri Mihail Saakaşvili de, 2020’de Avrupa’ya güvenen Ermenistan lideri Nikol Paşinyan da başarısız olmuşlardır ve Kafkasya ve post-Sovyet coğrafyasında Rusya’yı düşman görerek hareket eden liderlerin başarı şansı oldukça azdır. Bu nedenle, Aliyev’in denge politikasını Rusya yanlılığından ziyade, akılcı temelde yorumlamak gerekir. 

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

[1] Kitabı buradan alabilirsiniz; https://www.cambridge.org/tr/academic/subjects/politics-international-relations/comparative-politics/defeating-authoritarian-leaders-postcommunist-countries.

Bir Cevap Yazın

siegram sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et